Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedeni

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedeni

Ceza davalarında, tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığı araştırılır mı?

Ceza mahkemesi, tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini nasıl tespit eder?

*

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığını düşünmek abestir. Böyle bir travma yaşayan kişinin ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir.

Yargıtay da tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini araştırmaya gerek yoktur kanaatindedir. Ve sanıklar hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulanması gerektiğini belirtmektedir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

CİNSEL SALDIRI • RUH SAĞLIĞININ BOZULMASI
Özet
ÖZET: Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini araştırmaya gerek yoktur. Sanık hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulanır.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E: 2012/14-1037 K: 2013/50 T: 12/02/13
Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık T.A.’ın 5237 Sayılı TCK’nın 102/2, 102/3-c, 102/5, 43/1,62/1 ve 53/1. Maddeleri uyarınca yirmi yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, E 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 21.02.2011 gün ve 68/13 sayılı re’sen temyize tabi bulunan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14.Ceza Dairesince 24.11.2011 gün ve 14379-4142 sayı ile;
“Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 13.08.2008 tarih ve 4078 nolu raporunda travma sonrası stres bozukluğu tanısı konan mağdurun ruh sağlığının bozulduğunun ifade edilmesi nedeniyle, oluşa, olayın ortaya çıkma şekline ve dosya kapsamına göre bu bozulmanın atılı suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve oluşan çevre baskısı veya sair etkenler sonucu mu oluştuğunun tıbben ayrımının yapılıp yapılamayacağı, olayın özellikleri de gözetilerek ruh sağlığındaki bozulmanın eylemden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tereddüde yer bırakmayacak şekilde tespiti amacıyla dosyanın adli tıp kurumu ilgili ihtisas kuruluna gönderilerek bu konularda yeninde rapor alınmasından sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

(E.) 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 26.03.2012 gün ve 20-63 sayı ile;

“TCK’nın 102/5.maddesi, “suç sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindedir.

Cinsel saldırı sonucu mağdurun bir hastalığa yakalanması ya da çocuk yapma yeteneğini yitirmesi gibi beden sağlığının bozulduğu durumlar ile ruh sağlığının kalıcı şekilde bozulduğu hallerde bu artırım uygulanacaktır. Beden veya ruh sağlığının bozulması ile cinsel saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Yerleşik Yargıtay kararlarına göre uzman hekim raporunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulduğu belirtilmiş ise mutlaka Adli Tıp Kurumu veya 2659 sayılı Kanuna göre üniversitelerce oluşturulan adli tıp heyetlerinden rapor aldırılması gerekmektedir. Mahkememizce Adli Tıp Kurumu 6.İhtisas Kurulundan rapor alınmış, 13.08.2008 tarih ve 4078 sayılı raporda “2004-2006 yılları arasında mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucu beden ve ruh sağlığı bozulup bozulmadığı sorulan (R.) kızı 10.05.1974 doğumlu (D.A.)’ın 09.04.2008 ve 21.07.2008 tarihlerinde kurulumuzca iki kez yapılan muayenesi ve dava dosyasının tetkiki sonucunda mağduresi bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede travma sonrası stres bozukluğu denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği, buna göre 2004-2006 yıllarında mağduru bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu” belirtilmiştir. Gerek TCK’nın 102/5.maddesinde, gerekse maddenin gerekçesinde bozma ilamında belirtildiği gibi ruh sağlığındaki bozulmanın atılı suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve oluşan çevre baskısı veya sair etkenler sonucu mu olduğunun tespitini gerektirir bir düzenleme veya açıklama yoktur. Küçük bir köyde yaşayan mağdurun kayın biraderi olan sanık tarafından iki yıl boyunca zorla ırzına geçilmesi, bu eylemler nedeniyle bir de çocuk dünyaya getirmesi sonucunda ruh sağlığının bozulması neredeyse mutlak derecede bir sonuç olduğu gibi, yaşadığı sosyal çevre, akraba ilişkileri, olayların anlattığı yakın akrabalarından gördüğü psikolojik baskı, eğitim durumu, evinden ayrılıp ikna edilerek tekrar evine getirilmesi, başkaca kalacak yerinin bulunmayışı gibi nedenler, sanığın tehdit ve tecavüzlerine karşı mağduru başlangıçta sessiz kalmaya itmiş, çocuk dünyaya geldikten sonra çıkan dedikodular nedeniyle dayanamayarak olayı adli makamlara intikal ettirmiştir. Dolayısıyla adli tıp raporunda da tespit edildiği üzere mağdurun olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu mahkememizce kabul edilmiş, bir an için olay sonrasında çıkan dedikodulardan dolayı ruh sağlığının bozulduğu kabul edilse bile bunun aradaki illiyet bağını kaldırmayacağı, ruh sağlığındaki bozulmanın temelinin sanığın cinsel saldırı eyleminin bulunduğu” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Re’sen temyize tabi olan bu hükmün sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “bozma” istekli 29.05.2012 gün ve 107035 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın cinsel saldırı suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mağdurun ruh sağlığının suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve çevre baskısıyla mı bozulduğunun tespiti amacıyla Adli Tıptan yeni bir rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Mağdur beyanında; on altı yıldır evli olduğunu, evlendikten bir yıl sonra eşinin felç geçirdiğini ve yatalak duruma düştüğünü, iki yıl önce köyde düğün olduğunu, kayın biraderi olan sanığın eve gelip ısrar ederek eşini düğüne götürdüğünü, bir süre sonra tekrar geldiğini ve poşet içerisinde bira şişesi bıraktığını, on dakika sonra yeniden gelip kapıyı çaldığını ve biraları almak istediğini söylediğini, kapıyı açtığı sırada sanığın kendisini arkasından tuttuğunu, kafasına vurduğunu, yatak odasına götürüp zorla kendisine tecavüz ettiğini, karşı koymaya çalıştığını, ancak gücünün yetmediğini, aralarında bir itiş, kakış olmasına ve direnmesine rağmen evin avlu içinde olması sebebiyle kimsenin duymadığını, sanığın kendisine ölümle tehdit edip olayı kimseye anlatmamasını istediğini, korktuğu için olayı hiç kimseye söylemediğini, sanığın bir yıl içerisinde değişik aralıklarla ondört onbeş kez kendisine zorla tecavüz ettiğini, bu sırada eşi ile de ilişkiye girdiğini, hamile kaldığını, sonrasında bir kızı olduğunu, kızının sanığa benzediğini, çevrede dedikodu çıkmaya başladığını, vicdan azabı çektiği için eşinden ayrılmaya karar verdiğini belirttiği,

Bozma ilamından sonra ise şikayetinden vazgeçerek eşinin yanına döndüğü, vekilinin de, mağdurenin olaydan sonra bulunduğu yerden ayrılarak sosyal çevresini değiştirmesi nedeniyle ruh sağlığındaki bozulmanın çevre etkisiyle olup olmadığı yönünde rapor alınmasına gerek olmadığı ve alınacak raporun sonuca etkisinin bulunmadığını beyan ettiği,

Evliliklerinin başlangıcında herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan mağdurenin eşinin, su tarihinden önce felç olduğu ve yürüyemediği,

Sanığın suçlamaları kabul etmediği ve mağdurenin ağabeyinden boşanmak için bu olayları uydurduğunu savunduğu, müdafiinin ise, temyiz dilekçesi ve bozma ilamından sonraki beyanında sanığın mağdure ile rızası dahilinde cinsel ilişkiye girdiğini belirttiği,

Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi’nin 01.11.2007 gün ve 1251 sayılı raporuna göre; “DNA analizleri ile belirlenen lokus allelleri itibarı ile (D.A.) ve (E.A.) ‘a ait kan numunelerinden tespit edilen DNA profillerinin, (A.A.) ve (T.A.) ‘a ait kan numunelerinden tespit edilen DNA profilleri ile karşılaştırılması sonucunda; (A.A.)’dan (E.A.)’a babalık yönünden allel geçişlerinin mevcut olmadığı, dolayısıyla (A.A.)’ın (E.A.)’ın babası olamayacağı, (T.A.)’dan ise (E.A.) a babalık yönünden allel geçişlerinin mevcut olduğu, bu bulgulara göre (T.A.)’ın %99.99 ihtimalle (E.A.)’ın babası olabileceği” (A.N.) Hastanesinin 03.01.2008 gün ve 27342 sayılı raporuna göre; “Tekrarlayıcı şekilde rızası dışında akrabası olan bir erkek tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalan adı geçenin bu süre boyunca ve sonrasında ağlamalar, uyku bozukluğu, isteksizlik, olayı rüyada görme şikayetleri olmuş, bu şikayetlerle doktora başvurusu bulunmamış, yapılan muayenede bilinç açık, koopre onyante, algı bellek kusuru yok, düşünce içeriğinde olayla ilgili tekrarlayıcı düşünceler, depresif düşünce içeriği mevcut, duygularının depresif, affekti ağlamaklı olduğu, travma sonrası stres bozukluğu depresyon hastalıklarına ait belirtiler taşıyor olduğu ve suça konu olay sonrasında ruh sağlığı bozulduğu”, Adli Tıp Kurumu 5. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 05.05.2008 gün ve 4078 sayılı raporunda; “2004-2006 yıllarında mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucu beden ve ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede “travma sonrası stres bozukluğu” denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği, buna göre olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu,” Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 11.10.2010 gün ve 2674 sayılı raporunda; “Mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucunda saptanan depresif elementlerle müterafik travma sonrası stres bozukluğunun 765 Sayılı TCK’nın 418/2.maddesinde “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası” niteliğinde olup olmadığı sorulan mağdurun 09.04.2008 ve 21.07.2008 tarihinde kurulumuza yapılan muayenesi ve dava dosyasının tetkiki sonucunda; şahısta saptanan depresif elementlerle müterafik travma sonrası stres bozukluğunun 765 Sayılı TCK’nın 418/1.maddesindeki “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası niteliğinde olduğu” şeklindeki açıklamalara yer verildiği, Anlaşılmaktadır.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102.maddesinde;

“1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.

3) Suçun;

a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,

d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,

İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.

4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.

5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindeki düzenleme yer almaktadır.

Maddenin beşinci fıkrasında cinsel saldırı suçunun fiile bağlı neticesi sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiş, fıkranın gerekçesinde; “cinsel saldırı suçunun işlenmesi suretiyle mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.” Denilmiştir.

İlgili fıkranın uygulanabilmesi için cinsel istismar ya da saldırı sonucuna bağlı olarak mağdurenin beden veya ruh sağlığında bozulma meydana gelmeli ve sanığın eylemi ile ortaya çıkan sonuç arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Mağdurenin ruh veya beden sağlığının bozulup bozulmadığı hususunda mutlaka adli rapor alınması gerekmekle birlikte, ruh sağlığındaki bozulmanın cinsel saldırı nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu, oluşan çevre baskısı ya da sair etkenler sonucu mu meydana geldiğinin tespiti noktasında rapor alınması gerektiğine yönelik olarak madde metni ve gerekçesinde bir düzenleme veya açıklama bulunmamaktadır. Ayrıca mağdurenin yaşadığı sosyal çevrede oluşan dedikodu ve baskının olayın etkisi ile ortaya çıkmış olması halinde, sanığın cinsel saldırı fiili ile mağdurenin ruh sağlığının bozulması arasındaki illiyet bağının kesilmeyeceğinin de kabulü gerekir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Köyde yaşayan, dayısının oğlu ile evli ve bu evliliğinden iki çocuğu bulunan mağdurenin, bir yıl boyunca kayın biraderi olan sanığın cinsel saldırısına maruz kaldığı, bu fiiller sonucunda bir çocuk dünyaya getirdiği ve bu süreç içinde ruh sağlığının bozulduğu hususlarının, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde tespit edilmesi karşısında, somut olayda cinsel saldırı eylemi ile mağdurun ruh sağlığının bozulması arasındaki illiyet bağını ortadan kaldıran herhangi bir neden bulunmadığından mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın olay nedeniyle mi, yoksa olaydan sonra karşılaştığı çevre baskısı veya oluşan dedikodulardan mı kaynaklandığı yönünde rapor alınmasına gerek yoktur.

Aksinin kabulü, olay nedeniyle beş kez raporu alınan mağdurenin sonuca etkili olmayacak şekilde yeniden adli raporunun alınmasını gerektirecektir ki, bu durum mağdurenin yeni bir travmaya maruz kalmasına ve unutmaya çalıştığı olayları iç dünyasında yeniden yaşamasına neden olacak ve ceza muhakemesinin maddi gerçeğe ulaşma amacına hiçbir faydası bulunmayacağı gibi mağdure açısından bir haksızlık da oluşturacaktır.

Bu itibarla, usul ve kanuna uygun olan yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi; hükmün bozulması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanılmıştır.

SONUÇ

Açıklanan nedenlerle;

1- (E.) 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.03.2012 gün ve 20-63 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.01.2013 tarihli müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 12.02.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

2013/4 2013/4

Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme

Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme

Her olay kendi içinde özel durumlar arz eder. Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme halinde işlenen suç, “kasten yaralama” veya “kasten öldürmeye teşebbüs” olarak değerlendirilebilir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

CEZA HUKUKU • HEDEF GÖZETMEMEKSİZİN YARALAMA SUÇU • TAHRİK • CEZA AVUKATI • İŞÇİLERİN ÜSTÜNE ATEŞ AÇILMASI •
Özet
Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde ve seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağı tartışılmamasında hukuka uyarlık bulunmadığından karar bozmayı geciktirmiştir.
YARGITAY 1. CEZA DAIRESI E: 0000/0 K: 0000/0 T:
Nuri , Ahmet ile Faysal’ı ayrı ayrı kasten öldürmeye tam derecede teşebbüsten ve izinsiz silah taşımaktan sanık Şenol’un yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin (EYÜP) Birinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 31.05.2006 gün ve 511/298 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle: incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
TÜRK MİLLETİ ADINA

1- Sanığın hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla işçilerinin üzerine tabanca ile ateş ettiği, ancak bozma gerekçesinde de açıklandığı üzere mağdur Nuri’nin yaralanması üzerine sanığın elinden tabancayı almak istemesi üzerine ikinci kez karın bölgesinden Nuri’yi yaraladığı, bu mağdura karşı suç kastı değişmekle birlikte, diğer mağdurlar Ahmet ve Faysal’a yönelen eylemlerinde suç kastı değişmediğinden, tebliğnamedeki mağdurlar Faysal ve Ahmet’e yönelen eylemlerinin de öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğuna ilişkin düşünce benimsenmemiştir.

2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübu-tu kabul oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde mağdurlar Ahmet ve Faysal’ı yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarının niteliği tayin, cezayı azaltıcı takdiri tahfif sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma sebepleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin yasal savunma şartları oluştuğuna, silahın kazaen patladığına TCK’nın 459. maddesinin uygulanması gerektiğine, tahrik bulunduğuna, berat etmesi gerektiğine ilişkin ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

Ancak,

A) Sanığın işyerinde çalışan mağdurların ücretlerin ödenmemesi nedeniyle olay günü diğer işçilerle birlikte çalışmayacaklarını bildirmeleri üzerine, sanık ile bir süre görüştükleri, bilahare sanığın tabancasıyla mağdurların üzerine ateş etmeye başladığı, üç mağdurun da bu atışlarla yaralandığı, mağdur Nuri’nin yaralı halde sanığın elinden tabancayı almaya çalıştığı bu sırada ikinci kez sanık tarafından karın boşluğundan yaralandığı olayda, sanığın öldürmeye elverişli tabanca ile yaralı halde kendisine engel olmak isteyen mağdur Nuri’yi yakın mesafeden ikinci kez karın boşluğuna ateş ederek yaralaması nedeniyle hedef alman bölge ve meydana gelen zarara göre bu mağdura yönelen eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğu düşünülmeden, yaralama olarak kabulüyle suçların vasfında hataya düşülmesi,

B) Mağdur Ahmet’i yaralama, mağdur Faysal’ı yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarından kurulan hükümlerde;

a) Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

b) 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçunda, 5237 sayılı TCK’da düzenlenen seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması,

C) Kabul ve uygulamaya göre de;

Mağdur Ahmet ve mağdur Faysal’ı yaralama suçlarından kurulan hükümlerde;

Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Yasaya aykırı olup, sanık müdafıinin temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde görüldüğünden, hükümlerin BOZULMASINA, CMUK’un 326/son maddesi uyarınca mağdur Nuri’ye karşı eyleminde verilen hükümde ceza süresi yönünden kazanılmış hakkının korunmasına, sanığın mağdur Ahmet’e karşı eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğuna ilişkin olarak sayın Üye Şerafettin İste’nin karşı görüşü ve bu suç yönünden oyçokluğu ile diğer yönlerden oybirliği ile 26.0.2008 gününde karar verildi.

KARŞI GÖRÜŞ

Sanık Şenol’un ücretlerini alamadıklarından dolayı işi bırakıp, haklarını isteyen işçilere kızdığı, bağırıp çağırdığı, topluluğun önünde bulunanlara tabanca ile atış ederken kendisine yakm mesafede bulunanlardan mağdur Ahmet’in hayati bölgelerini hedef alarak üç defa ateş ettiği, onu sol klavikula distalde kurşun giriş deliği, sol gluteal bölgede kurşun deliği, saat (6) hizasında anal kanal bitişiğinde kurşun deliği, ayrıca sağ sıkratumda ve penis ventral yüzde kurşuna bağlı travma, sağ sıkratumda ekimoz olacak şekilde yaraladığı, sonuçta mağdur Ahmet’in hayati tehlike oluşmadan (15) gün iş ve güce engel olacak şekilde yaralandığı anlaşılmıştır.

Merminin tesadüfen yumuşak dokulardan seyretmesi nedeniyle, hayati tehlike oluşmaması, sanığın kastının yaralama olduğunun göstergesi olamaz, sanık yakın mesafeden, elverişli aletle (tabanca) ile üç el ateş etmiş olmasına göre kastı öldürmeye teşebbüstür. Sanığın kastı yaralama olsa idi mesafe yakın olduğuna göre, ayaklarına ateş edebilirdi. Nitekim diğer mağdur Nuri’nin de durumu aynıdır. Sayın çoğunluk sanığın Nuri’ye olan eylemini adam öldürmeye teşebbüs olarak nitelemiştir.

Açıkladığım nedenlerle, sanığın mağdur Ahmet’e olan eylemini yaralama olarak kabul eden mahkeme kararının CMUK’un 326/son maddesinin göz önüne alınması ihtarı ile bozulması gerektiği görüşü mağdur Ahmet’e yapılan eylemle ilgili olarak sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum.

Ş. İ. Üye

Evlenmeyi düşündüğüm kadın dolandırıcıymış

Evlenmeyi düşündüğüm kadın dolandırıcıymış

Yaklaşık iki sene kadar önce bir kızla tanıştık. Adının X olduğunu söyledi. Çok hoş bir kızdı ona ilk bakışta ondan etkilendim. İlişkimiz çok hızlı ilerledi. Sık sık buluşup cinsel ilişkiye giriyorduk. Birbirimizi çok seviyorduk, aşıktık. Ona evlilik teklif ettim. Kabul etti ama evliliği ertelemek için sürekli bir şeyleri engel olarak ileri sürüyordu. Sağlık sorunları olduğunu, sağlıklı bir kadın olduktan sonra benimle evlenmek istediğini söylüyordu. Ben de onun tedavi masrafları için bir çok defa para verdim.

Buluştuğumuz bir gün bana artık evlenmek için acele etmemiz gerektiğini çünkü hamile olduğunu söyledi. Doktora gideceğini para gerektiğini söyledi. Ben de yine para verdim. Daha sonra doktora gittiğini, bebeğin iyi olduğunu söyledi ve bana bebeğin ultrason görüntüsünü gönderdi.

Bir kaç gün sonra evlilik ve bebek için alışveriş yapacağını, ayrıca tedavisi için de para gerektiğini söyleyip söyleyip benden çok büyük miktarda para istedi. Evleneceğimizi ve benden hamile olduğunu düşündüğüm için istediği parayı borç harç tedarik edip verdim.

Daha sonra aslında adının X değil Y olduğunu, bana kendini yanlış isimle tanıttığını öğrendim. Biraz daha araştırınca da hamile olmadığını benden para sızdırabilmek için bana hamile olduğu şeklinde yalan söylediğini öğrendim.

Beni böyle kandırıp aptal yerine koyan, para sızdıran, aşkımla ve gururumla oynayan ahlaksız kadının yaptıkları yanına kalmasın istiyorum. Ne yapmamı önerirsiniz?

*

Evleneceğinizi düşündüğünüz kadının yaptıklarının dolandırıcılık suçunu oluşturduğunu düşünüyoruz.

Dolandırıcılık Türk ceza kanunu hükümlerine göre suçtur. Şikayetçi olduğunuz taktirde ceza alacağını söylemek mümkündür.

Tüm süreç oldukça karmaşık işlemler gerektiren üzücü ve yorucu olacaktır. Bir ceza avukatı ile görüşüp destek almanızı öneriyorum.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

*

15. Ceza Dairesi 2013/30415 E. , 2016/4528 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Dolandırıcılık
HÜKÜM : TCK’nın 157, 62 ve 52/1-4 ve 53. maddeleri uyarınca mahkûmiyet

Dolandırıcılık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü.
Sanığın, 2009 yılı Mart ayı içerisinde internet ortamındaki arkadaşlık sitesinde tanıştığı katılana, suç tarihinde soy isminin “…” olmasına rağmen, kendisini … olarak tanıttıktan sonra, …’da yüz yüze görüşmeye başladıkları süreçte katılanın sık sık evlenmek istediğini belirtmesine karşın, sanığın çeşitli bahaneler uydurarak evlenmeyi ötelediği, sağlık sorunlarının bulunduğundan bahisle ve hamile olmadığı halde hamile olduğunu ve doktora gideceğini söyleyerek devamlı olarak katılandan para istediği, hamile olduğu inancını kuvvetlendirmek amacıyla katılana ultrason resimleri gönderdiği, katılanın da sanığın kendisinden hamile kaldığına inanarak muhtelif tarihlerde banka ve … şubeleri aracılığıyla sanığa yaklaşık 27.000,00 TL civarında para gönderdiği anlaşıldığından, sanığın eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Değişik zamanlarda ve farklı bahanelerle katılandan menfaat temin eden sanık hakkında, TCK’nın 43. maddesinde yer alan zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin 1. fıkrasının “c” bendinde yer alan haklardan, sadece kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmetten bulunmaktan yoksun bırakılmaya ilişkin hak yoksunluğunun, aynı maddenin 3. fıkrasına göre koşullu salıverilme tarihinden itibaren uygulanmayacağı gözetilmeden, altsoyu dışındaki kişileri de kapsayacak şekilde 53/1-c. maddesi gereğince güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına hükmedilmesi,
Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesine istinaden halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak, yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu hususta, aynı kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, anılan maddenin verdiği yetkiye istinaden sanık hakkında kurulan hüküm fıkrasından, 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün tamamen çıkartılıp yerine, “5237 sayılı TCK’nın 53. maddenin 3. fıkrası uyarınca, 1. fıkranın “c” bendinde yer alan, kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık haklarından koşullu salıverilme tarihine kadar, 1. fıkrada yazılı diğer haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” denilmesi suretiyle hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 09.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması

Boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması

Boşanma davalarında “özel hayatın gizliliğini ihlal suçu“nun işlenmesi oldukça sık rastlanan bir durumdur. Boşanma davalarında “özel hayatın gizliliğini ihlal suçu“nun işlenmesi sebeplerinden bir tanesi, karşı tarafın zina yaptığı iddiasının ispat edilmesi amacı ile boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması durumudur.

Davalarda hangi delillerin sunulup sunulmaması gerektiği, dava stratejisinin nasıl yürütüleceği çok hassas bir süreçtir. Delillerin konunun uzmanı bir avukat tarafından hassasiyetle değerlendirilmesi şarttır.

Boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması

Aile Mahkemesi karşısında, karşı tarafın zina yaptığını ispat etmek isterken, kişinin kendisini “özel hayatın gizliliğini ihlal suçu” şüphelisi olarak Ceza Mahkemesi karşısında “sanık” olarak bulması ihtimali vardır.

Delillerinizi avukat desteği almadan kullanmayın. Aman dikkat diyorum…

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

*

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2014/5070 E. 2014/19482 K.

“İçtihat Metni”

Tebliğname No : 14 – 2012/256163

Mahkemesi : Kayseri 2. Asliye Ceza Mahkemesi

Tarihi : 27.06.2012

Numarası: 2012/2-2012/510

Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafınden temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kavuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin, sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

I- Sanığın, eşi olan katılanla aralarındaki boşanma davası sırasında, katılana ait olduğunu iddia ettiği, yüzü görünmeyen bir bayana ait çıplak görüntülerin bulunduğu CD’yi dava dosyasına sunduğu ve görüntüleri katılana ait olduğunu söyleyerek abisi tanık H.. C..’e izlettiği olayda; katılanın ifadesinde, suça konu görüntülerin kesinlikle kendisine ait olmadığı, sanığın görüntüleri kendi ağabeyine, dayısına ve kız kardeşinin eşi Sami beye de izlettiği, görüntüler nedeniyle sokağa çıkamaz olduğu, arkadaşlarınn kendisi için eşi Ahmet’in elinde Özden’in CD kayıtları onun elinde geziyor dedikleri, 17 yaşında kızı ve 24 yaşında oğlu olduğu, görüntülerin oğlunun önünde mahkemeye sunulduğu, oğlunun yüzüne bakamaz olduğu, 3 yıldır kanserle uğraştığı, sanık, kendisiyle boşanmak istiyorsa oturup normal knnuşabileceği, sanıktan şikayetçi olduğunu, tanık H.. C..’in ifadesinde, görüntüye baktığında çırılçıplak bir bayan gördüğü, bayanın da kim olduğuna dikkat etmeden kapattırdığını belirtmiş alması ve CD çözümüne ilişkin bilirkişi raporuna göre, CD içerisinde 27 adet fotoğraf bulunduğu, bu fotoğrafların hiç birinde, fotoğraftaki bayanm yüzünün görülmediği, fotoğraflardan 1 tanesinde, görüntüsü alınan bayanın bulunduğu yatağın üzerinde ikinci bir bayanın bulunduğu, görüntülerin tamamen porno görüntü mahiyetinde olduğu, görüntüleri alınan kişinin fotoğraf çekene doğru pozisyonu itiberiyle fotoğrafının çekildiğinden haberdar olduğunun anlaşıldığı, sanığın iddia ve savunma sınırını aştığı, katılana ait olmayan görüntülerin ifşa edilmesinin iddia ve savunmeya yararlı olduğundan söz edilemeyeceği gibi, sanığın eylemi iddia ve savunma hakkı kapsamında da değerlendirilemeyeceği ancak, görüntüler katılana ait olmadığından, sanığın, katılanı toplum içinde alenen küçük düşürücü, incitici, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikteki eyleminin, TCK’nın 125/1-4. maddesine uyan hakaret suçunu oluşturduğu ve bu suçtan sprum[u tutularak cezalandırılması gerektiği gözetilmeden suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek, olayda uygulama yeri bulunmayan aynı Kanun’un 134/2. maddesi uyarınca hüküm kurulması,

2- Sanık hakkında temel ceza tayin edilirken suçun işleniş biçimi ve kastın yoğunluğu gözetilip TCK’nın 61/1. maddesinde yer alan ölçütler nazara alınarak, aynı Kanun’un 3/1. maddesi gereğince işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,

3- Sanık hakkında TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken, 3, fıkraya aykırılık oluşturacak şekilde TCK’nın 53. maddesinin (1). fıkrasının (c) bendindeki hak ve yetki[eri kullanmak yönündeki yoksunluğuna, kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından “koşullu salıverilme tarihine kadar” diğer kişiler yönünden ise, “hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar” devamına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

4- Sanık hakkında açılan davanın konusu olmadığı ve bizatihi bulundurulması ya da taşınması suç oluşturmadığı halde, adli emanetin 2012/41 sırasında kayıtlı 1 adet ses kayıt cihazının sanığa iade olunması yerine müsaderesine karar verilmesi,

Kanuna aykırı o[up, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, bu sebeplerden dalayı 5320 sayılı Kanun’un 8, maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 CMUK’un 321, maddesi uyarınca hükmün isteme uygun alarak BOZULMASINA, aynı Kanunun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına,

13.10.2014 tarihinde oybirliğiy[e karar verildi,

Dini İnanç ve Duyguların İstismar Edilmesi Suretiyle Dolandırıcılık Suçu

Dini İnanç ve Duyguların İstismar Edilmesi Suretiyle Dolandırıcılık Suçu

Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçu, genellikle dini referanslarla kişilerin güvenini kazanıp, onları maddi açıdan zarara uğratmaya yönelik bir eylemi ifade eder. Örneğin, bir kişi, dini bir lider gibi davranarak, bir başkasını dini vecibeleri yerine getirmeye ikna edebilir ve bunun karşılığında para, mal veya başka bir değerli şey alabilir. Bu durumda, mağdurun dini inançları ve duyguları suistimale uğramaktadır.

Türk Ceza Kanunu‘nda dolandırıcılık suçunun tanımı, başkasını kandırmak suretiyle haksız menfaat sağlama olarak yapılmıştır. Dinî duyguları istismar etmek, bu tür dolandırıcılık suçlarını daha da ağırlaştırabilir, çünkü mağdurun bu tür manipülasyonlara karşı savunmasız olması, suçun ciddiyetini artırır.

Türk Ceza Kanunu’na Göre Cezalar

Türk Ceza Kanunu’nda dolandırıcılık suçu 157. maddede düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, başkasını kandırmak suretiyle haksız kazanç elde eden kişi, 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bununla birlikte, dinî duyguların istismarı gibi ağırlaştırıcı bir durum söz konusuysa, cezalar daha da artırılabilir.

Türk Ceza Kanunu‘nun 158. maddesinde, dolandırıcılığın nitelikli halleri yer almaktadır. Bu durumlar, mağdurun daha fazla zarar görmesi veya suçun daha karmaşık bir şekilde işlenmesi hâlinde devreye girer. Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi, toplumda daha fazla infial yaratabileceği ve mağdurların zararlarının daha büyük olabileceği için, bu suçun nitelikli hallerinden sayılabilir. Bu durumda cezanın 5 yıldan 10 yıla kadar arttırılacağına hükmedilebilir.

Sonuç Olarak; Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçu, Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen dolandırıcılık suçunun daha ağırlaştırılmış bir versiyonudur. Bu tür suçların işlenmesinde mağdurun dini duyguları hedef alındığı için, cezalar daha ağır olabilir. Bir ceza avukatı olarak, bu tür davalarda mağdurun haklarının korunması için dikkatli bir hukuki strateji belirlemek önemlidir. Bu suçla ilgili olarak Türk Ceza Kanunu 157 ve 158. maddeleri temel alınarak, suçlulara verilecek cezalar belirlenir. Ayrıca örnek içtihatlar da davaların seyrine yön verebilir…

Dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçu ile ilgili emsal Yargıtay içtihatları

Yargıtay, Dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçuyla ilgili çeşitli içtihatlara sahiptir. Örneğin,

Bir başka örnek, Yargıtay (Kapatılan)15. Ceza Dairesi 2011/19674 E. , 2013/8146 K. sayılı kararında, kendisini cinlerle çalışan biri olarak tanıtarak mağdurları “çocuğunuz olacak” diye kandıran sanığa mahkumiyet verilmesi yönünde karar vermiştir.

*

Örnek Yargıtay İçtihatları

Aşağıda konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararı bulabilirsiniz:

*

Ceza Genel Kurulu 2014/399 E. , 2015/272 K.
BASİT DOLANDIRICILIK SUÇU
SAHTE PARA KULLANMAK SURETİYLE DOLANDIRICILIK
DİNİ İNANÇ VE DUYGULARIN KULLANILMASI SURETİYLE DOLANDIRICILIK
HİLELİ DAVRANIŞLARLA ALDATMA
ŞİKAYETÇİNİN PARA KAZANMA AMACI
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 158
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 157
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 52
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 53
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 58
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 63

İçtihat Metni
Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanığın TCK’nun 158/1, 52/2, 53/1, 58/6 ve 63/1. maddeleri gereğince dört yıl hapis ve 2.400 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.04.2013 gün ve 18-124 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 25.09.2013 gün ve 17917-14117 sayı ile;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, somut olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

Dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak TCK’nın 158/1. maddesinde düzenlenmiştir. Madde gerekçesine göre dikkat edilmesi gereken husus, dinin aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Din, topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, Allah ve peygamber kavramını genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütünüdür. Dinî inanç, dine inanan, belli bir dine mensup kişinin duygularıdır. Bir insanın dinî inanç ve duyguları ile doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki vardır.

Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için dinî kurallara bağlı olanların önem verdiği değerler, dinî inanç ve duygular aldatma aracı olarak kullanılmalı, bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır.

Bergama’dan İzmir’e gelen mağdurun otobüs terminalinde bulunan kafede oturduğu sırada yanına giderek masaya oturan sanığın, mağdurla sohbet etmeye başladığı, mağdurun Bergama’dan hasta olan eşinin ameliyatı işlemleri için geldiğini öğrenmesi üzerine cebinden Türkiye’de tedavülde olmayan, alınıp satılmayan 200 Laos Kipi tabir edilen parayı çıkartıp ‘sana para çok lazım olur, dedem öldü, dedemin ölüm parasını aldım, bunların değeri 400 TL ediyor, sen bana 250 TL ver, paranın üzeri dedemin hayrı için senin olsun’ diyerek mağdura verdiği, mağdurun da sanığa inanarak 250 TL’yi verdiği, parayı alan sanığın daha sonra ortadan kaybolduğunun anlaşıldığı olayda, eyleminin TCK’nın 157. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturacağı gözetilmeden, suçun vasfında yanılgıya düşülerek nitelikli dolandırıcılık suçuna uyduğundan bahisle uygulama yapılıp sanık hakkında fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesi ise 25.12.2013 gün ve 428-531 sayı ile;
Dolandırıcılık suçu aldatma temeline dayanan suç olup, birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, mağdurun sadece malvarlığı zarar görmemekte, ayrıca iradesi hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. TCK’nın 158/1-a bendinde yasa koyucu tarafından insanlar üzerinde yoğun etkisi bulunan dinî inanç ve duyguların istismarının önlenmesi amaçlanmış, dinî inanç ve duyguların kötüye kullanılması ile yapılan hile ve aldatmalar ile haksız kazanç, yarar sağlanması nitelikli dolandırıcılık kabul edilerek daha ağır cezaya bağlanmıştır.

Olayımıza baktığımızda aranılması gereken husus ‘dinin, dinî inanç ve duyguların ya da başkaları için iyilik yapma hislerinin aldatma aracı olarak kullanılıp kullanılmadığının’ tespiti olacaktır. Bu bent bakımından hangi din ve mezheb olduğunun bir önemi yoktur. Fitre ve zekat verileceğinden, cami yaptıracağından bahisle para toplanması, cem evi veya kiliseye yardım parası toplanması, cenaze için kuran-ı kerim okunacağı, arkasından zekat verileceği, dua okumanın değerli eşya üzerinden yapılacağı, ölmüşler için hayır yapılacağı gibi hallerde kişilerin iyilik ve hayır yapma duygularının, dinî duyguların içinde kaldığını kabul etmek gerekir ve bu duyguların istismar edilmesi bu suçun oluşması için yeterlidir.

Olayımızda sanığın, dedesinin öldüğünü, ölüm parası aldığını, yabancı menşeli para ile ruhuna hayır yapmak istediğini söyleyip cebindeki dövizi çıkarıp gösterdiği açıktır.

Mağdurun dinî duyguları üzerinden eylemine giriştiği, arkasından uzak doğu ülkesi Laos’a ait önceki tarihlerde geçerli ve yürürlükte kalmış ancak suç tarihinde geçerli olmayıp yürürlükten kaldırılan bu parayı verirken mağdura dövizi bozdurması durumunda değerinin 400 TL yaptığını, bir kısmını vermesi halinde parayı kendisine vereceğini, bozdurup üstü olan para ile kendisine iyilik ve yardım, dedesine hayır yaptığını belirterek verdiği anlaşılmaktadır.

Sanığın Merkez Bankasının kıymet raporunda açıklandığı üzere, dolandırıcılık kastı ile hareket ettiği ve ustaca hazırlık hareketlerini gerçekleştirdiği, mağdurun bilemeyeceği bir nitelikteki parayı olay öncesinde hazırladığı ve olayı planladığı, kafasında yaptığı kurgu ile hareket ettiği, zira hakkında verilmiş bir çok mahkûmiyet hükmü bulunduğu ve bu ilamlarda sanığın suç işleme yöntemlerinin aynı olduğu, postane, hastane, banka önlerinde karşılaştığı kişilere yaklaşarak önce yakınlık kurduğu ve kişileri ölçüp tarttığı, mağdur üzerinde işlemek istediği suç için gerekli yakınlık ve iyilik hislerini doğurabilmek ve kurabilmek için hal hatır sorduğu, samimiyet kurduğu, çay ısmarladığı, kendisi, ailesi, dedesi hakkında konuşup ailevi durumları hakkında bilgi aldıktan sonra da planını uygulamaya koyduğu, bu aşamadan sonra iradesi etki altına alınarak dinî duyguları ile aldatıldığı ve mağdurun kendisine iyilik ve hayır aynı zamanda sanığın ölmüş dedesine hayır yapıldığını düşündüğü açıktır. Mağdurdaki bu duygular inanç temeline dayalı iyilik ve hayır işleme, sevap kazanma ve kazandırma isteğine dayalı olup, olayda bu duygularının istismar edilmediğini düşünmek mümkün olmamıştır.

Sanığın mahkememizin bir başka dosyasında da aynı yöntemle hareket ettiği, sabıka kaydında yer alan ilamlarında aynı yöntemi kullandığı, bu yöntemde ustalaştığı, eyleminin nitelikli dolandırıcılık suç tipine uyduğu, suçun maddi ve manevi unsurları ile sübuta erdiği” gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.

Direnme hükmünün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.06.2014 tarih, 207017 sayı ve “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin basit dolandırıcılık suçunu mu, yoksa nitelikli dolandırıcılık suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Olay tarihinde eşinin ameliyat işlemleri ile ilgilenmek amacıyla geldiği otogarda bir kafede kardeşini beklemekte olan altmış yaşındaki ilkokul mezunu şikâyetçinin yanına gelen ve benzer şekilde işlediği dolandırıcılık suçlarından sabıkası olan sanığın, şikâyetçi ile tanışıp çay ısmarladığı, şikâyetçinin beklediği kız kardeşini kendi telefonuyla aradığı izlenimi verip güvenini kazandığı, akabinde şikâyetçinin eşinin hastane masrafları nedeniyle paraya ihtiyacı olacağını, vefat eden dedesine de hayır yaptırmak istediğini dile getirerek ülkemizde herhangi bir değeri bulunmayan, kendi ülkesinde de daha önceden tedavülden kalkmış bulunan iki adet 100 Laos parası çıkarıp gösterdiği, paraların ülkemizde tedavülde bulunduğunu, değerlerinin 400 Lira edeceğini beyan ederek, şikâyetçiden söz konusu paranın lira karşılığı olarak sadece 250 Lira vermesini, geri kalan parayı yakın tarihte ölen dedesinin hayrı olarak kabul etmesini istediği, şikâyetçiden parayı almasının ardından şikâyetçinin yanından uzaklaştığı, durumu kız kardeşine anlatan şikâyetçinin polis karakoluna gidip şikâyette bulunduğu, güvenlik kamerası görüntülerinden sanığa ulaşılmaya çalışıldığı ancak tespit edilemediği, yirmi gün sonra benzer şekilde işlediği suçlar nedeniyle yakalanan sanığın şikâyetçi tarafından teşhis edildiği, yapılan aramada üzerinde tedavülde bulunmayan ve piyasa değerleri de olmayan yabancı paraların ele geçirildiği,

Şikâyetçinin; Bergama’dan İzmir’e gelerek otogarda bir kafenin önünde oturduğunu, o sırada önceden tanımadığı ellibeş yaşlarında, kısa boylu tıknaz yapılı, dişleri olmayan, kısa saçlı, düzgün konuşan bir şahsın masasına oturduğunu ve kendisine çay ısmarladığını, sohbet esnasında bu kişiye eşinin ameliyat olacağını, hastaneye gitmek için kız kardeşini beklediğini anlattığını, sahsın kendisinde telefon bulunduğunu ve kardeşini arayabileceklerini söylediğini, söz konusu şahsın kız kardeşinin telefonunu aradığını ancak telefonun meşgul çaldığını beyan ettiğini, aradan bir süre geçtikten sonra cebinden iki adet üzerinde yüz rakamı yazılı bulunan Çin parası olduğunu tahmin ettiği paraları çıkartıp “bunların değeri dörtyüz lira ediyor, sen bana ikiyüzelli lira ver, gerisi senin olsun, sana para lazım olur, dedem öldü, dedemin ölüm parasını aldım, bu paranın üzeri dedemin hayrı olarak senin olsun” dediğini, kendisinin de istediği parayı verdiğini, ardından şahsın gittiğini, daha sonra kız kardeşi ile buluştuklarını ve durumu ona anlattığını, dolandırıldığını anlayınca birlikte polise gittiklerini, sanıktan şikâyetçi olduğunu ifade ettiği,

Soruşturma aşamasında susma hakkını kullanan sanık duruşmada; suçlamayı kabul etmediğini, şikâyetçinin iddialarının asılsız olduğunu, şikâyetçiye çay ısmarlayarak yanından ayrıldığını, üzerinde bulunan yabancı paraların değersiz olduklarını ve piyasada satıldıklarını, söz konusu paraları koleksiyon yapmak amacıyla aldığını savunduğu, bozma kararından sonra ise olaydan dolayı pişman olduğunu dile getirdiği,
Anlaşılmaktadır.

TCK’nun 157. maddesinde dolandırıcılık suçunun basit şekli; “hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası verilir” biçiminde hüküm altına alınmıştır. Anılan kanunun “nitelikli dolandırıcılık” başlığını taşıyan 158. maddesinde ise onbir bent halinde bu suçun nitelikli halleri sayılmıştır.

Malvarlığı değeri yanında, irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi ya da başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Fail kendisine veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar gerçekleştirmeli, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile fiil arasında uygun illiyet bağı bulunmalı ve zarar da nesnel ölçütler göz önünde bulundurularak belirlenebilecek ekonomik zarar olmalıdır.

Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu malvarlığına karşı işlenen diğer suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden fazla hukuki konusu bulunan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilenip irade özgürlüğünün de ihlâl edildiği vurgulanmıştır.

Dinî inanç ve duygularının istismar edilmesi suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu da TCK’nun 158/1-a maddesinde;
Dolandırıcılık suçunun;
a- Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle
İşlenmesi halinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde yoğun bir etkisi bulunan dinî inanç ve duyguların istismarının önlenmesi amaçlanmıştır. Maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde; “Birinci fıkranın a bendinde, dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak kabul edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi için, dinî inanç ve duygular, aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalıdır. Suçun oluşabilmesi için, dinî inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirilen hile ile haksız yarar da sağlanmış olmalıdır” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.

Bu aşamada “hayır ve hayır işleme” ile “istismar” sözcükleri üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğüne göre hayır; “iyilik, karşılık beklemeden yapılan yardım,” hayır işlemek ise; “dine ve insanlığa uygun iyi bir davranışta bulunmak” şeklinde tanımlanmıştır. (Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, Ankara 2009, s. 868) İstismar; Arapça “semere” kelimesinden türetilmiş olup, nitelikli dolandırıcılık suçlarının hüküm altına alındığı TCK’nun 158/1-a maddesinde “sömürme” anlamında kullanılmıştır.
Uygulamada yerleşmiş kabule göre; dinin, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber ve yaratıcı kavramlarını da içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütününü ifade ettiği, dinî inancın, belirli bir dine mensup olup dine inanan kişinin duyguları olduğu, bir insanın dinî inanç ve duyguları ile doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki bulunduğu, bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için, dinî kurallara bağlı olanların önem verdiği değerler, dinî inanç ve duyguların aldatma aracı olarak kötüye kullanılması ve bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olması gerektiği açıklanmıştır.

TCK’nun 158. maddesinin birinci fıkrasının a bendinde, dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilirken, dinin, dinî inanç ve duyguların ya da iyilik yapma hislerinin aldatma aracı olarak kullanılması aranmıştır. Önemli olan, dinî inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle insanların aldatılması olup, aldatma aracı olarak kullanılan din veya mezhebin hangi din veya mezhep olduğunun bir önemi bulunmamaktadır. Örneğin, fitre ya da zekât verileceğinden bahisle para toplanması, gerçekte cami yaptırma niyetinde olmayan bir kimsenin cami yaptıracağından ya da yarım kalan camiyi bitireceğinden bahisle izinsiz olarak yardım toplaması veya cemevi ya da kilise veya başka bir kutsal yapı, bina veya inşaata yardım duyurusuyla para istemesi veya Hazreti İsa‘nın dünyaya dönüşünü sağlamak için altyapı oluşturmak üzere para toplaması, Kur’an-ı Kerim okunacağı ve cenazenin ardından zekat verileceği ya da sözkonusu okumanın değerli bir ziynet eşyası üzerine yapılacağından bahisle yardım toplanması gibi durumlarda bir kısım dinî inanç ve duyguların istismar edildiğinden sözedilebilecektir.

Öğretide kabul gören görüşlere göre de, gerçekte mevcut olmadığı halde cami ya da Kur’an Kursuna yardım edileceğinden bahisle para toplanması, yine dinin orjinal bünyesinde olmayan tarzda ve maddi menfaat temin etmek için muskacılık, üfürükçülük gibi faaliyetler sonucu kişilerden yarar elde edilmesi hali de bu bent kapsamına girecektir. (Durmuş Tezcan- Mustafa Ruhan Erdem-Murat Önok, Teorik Ve Pratik Ceza Hukuku, Seçkin Yayınevi Ankara 2010, 7. Baskı, s. 617; Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, Beta Yayınevi, İstanbul 2011, 2. Baskı, s. 472; Ali Parlar-Muzaffer Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara 207, c. 2, s. 1248; M. Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, 2. Baskı, c. 4, s. 5207; Doğan Soyaslan, Ceza Kanunu Özel Hükümler, Yetkin Yayınevi Ankara 2012, 9. Baskı, s. 427)

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Eşinin ameliyatı ile ilgilenmek amacıyla geldiği otogarda kardeşini beklemekte olan şikâyetçinin yanına gelen ve benzer şekilde işlediği dolandırıcılık suçlarından sabıkalı olan sanığın, şikâyetçi ile tanışıp çay ısmarladığı, şikâyetçinin kardeşini kendi telefonuyla aradığı izlenimi verip güvenini kazandığı, akabinde şikâyetçinin hastane masrafları nedeniyle paraya ihtiyacı olacağını, vefat eden dedesine de hayır etmek istediğini dile getirerek ülkemizde herhangi bir değeri bulunmayan, kendi ülkesinde de daha önceden tedavülden kalkan iki adet 100 Laos parası çıkarıp gösterdiği, paraların ülkemizde tedavülde bulunduğunu, değerlerinin 400 Lira edeceğini beyan edip, şikâyetçiden söz konusu paranın lira karşılığı olarak kendisine 250 Lira vermesini, geri kalan parayı yakın tarihte ölen dedesinin hayrı olarak kabul etmesini istediği, parayı almasının ardından yanından ayrıldığı sabit bulunan olayda, sanığın basit bir yalanı aşan, şikâyetçiyi yanıltıp kandıracak yoğunluk ve güçteki sözleri ile planlayarak ustaca sergilediği eyleminin hileli davranış olduğu ve hileli davranışlarla aldatma sonucu mağdurun zararına gerçekleşen eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturacağı kabul edilmelidir.

Ancak sanığın, eşinin ameliyat olması nedeniyle otogarda kardeşini beklemekte olan ilkokul mezunu ve elli yaşındaki şikâyetçinin yanına gelip çay ısmarladığı, kendi telefonu ile kardeşini arıyormuş gibi yapıp güven telkin ettiği, şikâyetçinin zor durumundan yararlandığı, paraya ihtiyacı olacağını söylediği, ardından eylemini gerçekleştirdiği, şikâyetçinin beyanında geçen “ölenin arkasından hayır yapma” hususunun özellikle gündeme getirilip dinî inanç ve duyguların aldatma aracı olarak kullanılmasının, dolayısıyla dinî inanç ve duyguların istismar edilerek irade özgürlüğünün etkilenip baskı altına alınmasının söz konusu olmadığı, aksine şikâyetçinin 400 TL olduğunu zannettiği 100 Laos parasına 250 TL ödemek suretiyle para kazanmak amacıyla hareket ettiği anlaşıldığından, sanığın sabit kabul edilen eylemi dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunu değil, basit dolandırıcılık suçunu oluşturmaktadır.

Bu itibarla, sanığın dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetine ilişkin yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan İki Genel Kurul Üyesi; sanığın eyleminin dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunu oluşturduğu, bu nedenle yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.12.2013 gün ve 428-531 sayılı hükmünün, sanığın eyleminin dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık nitelikli suçunu değil, basit dolandırıcılık suçunu oluşturacağının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.09.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

*

Yargıtay (Kapatılan)15. Ceza Dairesi 2011/19674 E. , 2013/8146 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık
HÜKÜM : Beraat

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

Kendileri gibi çocuk sahibi olmayan tanıklar … ve …’ın çevresinde “hoca” olarak bilinen sanığa gittikleri ve tanık Ayfer’in sanık vasıtasıyla hamile kaldığını öğrenen katılanların, tanıkların evinde sanık ile tanıştıkları, sanığın katılanlara “şimdiye kadar yapmış olduğum ilaçlardan çocuğu olmayan kalmadı, sizin de çocuğunuz olacak ama benim dediğim şeyleri yapacaksınız” diyerek katılanlara vereceği ilaçları kullanmaları gerektiğini, kendisinin cinlerle çalıştığını, üzerlerinde büyü ve sihir olduğunu, büyü ve sihirin cinler vasıtasıyla çözüleceğini, cinlerin altınları çok sevdiğini ancak ikna edebilmesi için altın göstermesi gerektiğini, 200 gram 22 ayar (8) altın bilezik ve emeği içinde 3.000 TL vermeleri gerektiğini söylediği, birkaç gün sonra bu kez katılanların evine gelen

sanığın bir süre verdiği ilaçları kullanan katılan …’ye tahlil yaparak hamile olduğunu söyleyip 3.000 TL’yi aldığı, 6 ay boyunca doktora gitmemesi gerektiğini, hamileliği boyunca cinlerin çocuğunu koruması için altınları bir kutuya koyacağını, kutunun çocuk doğana kadar açılmaması gerektiğini, açılırsa cinler tarafından zarar verileceğini söyleyip katılanların kendisine verdiği 8 adet burma bileziği içine koyduğunu söylediği kutuyu katılanları odadan dışarı çıkardıktan sonra yatak odasına koyduğu, katılanların kutuyu sanığın söylediği gibi yatak odasında muhafaza ettikleri ve açmadıkları, 6 ay sonra hamile olmadığı anlaşılan katılan …’nin kutuyu açtığında içinin boş olduğunu gördüğü, sanığa giderek altın ve paralarını istedikleri halde sanığın altın ve paraları iade etmediğinin katılanlar beyanı ile uyumlu tanıklar … ve …’ın yeminli anlatımları ile anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin dini inanç ve duyguları istismar etmek suretiyle dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden sanığın mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.un 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu

Bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu

Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte dolandırıcılık yöntemleri de evrilmiş, klasik yöntemlerin yanına dijital dolandırıcılık vakaları da eklenmiştir. Özellikle bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu, ceza hukuku uygulamalarında sıklıkla karşılaştığımız, ciddi yaptırımları olan bir suç tipidir. Ceza avukatı olarak bu konuda danışanlarımın aklını kurcalayan pek çok soruya açıklık getirmek istedim bugün.

Türk Ceza Kanunu’nun 158. maddesi, dolandırıcılık suçunun nitelikli hallerini düzenlemektedir. Maddenin 1-f bendine göre, “bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılmasınitelikli dolandırıcılık olarak kabul edilir ve ceza artırımına gidilir. Bu düzenleme, özellikle internet bankacılığı, sahte e-ticaret siteleri, sosyal medya üzerinden yapılan sahte kampanyalar gibi bilişim araçları ile işlenen dolandırıcılık fiillerini kapsamaktadır.

Türk Ceza Kanunu 158/1-f kapsamında, failin mağduru kandırmak amacıyla bilişim sistemlerinden faydalanması ve bu sistemler aracılığıyla haksız menfaat sağlaması gerekmektedir. Suçun oluşması için mağdurun iradesinin aldatma sonucunda sakatlanması ve bir zarar meydana gelmesi şarttır. Bu kapsamda ceza avukatı olarak özellikle dikkat çekmek isterim ki; suçun ispatında mağdurun yanılgıya düştüğü bilişim aracı ve dolandırıcılık fiili arasında güçlü bir illiyet bağı aranır.

Bilişim sistemleriyle işlenen dolandırıcılık suçlarında ceza ne kadar

Nitelikli dolandırıcılık suçu, Türk Ceza Kanunu 158’e göre 4 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, adli para cezası da verilebilmektedir. Suçun bilişim sistemleri ile işlenmesi, suçun daha planlı, karmaşık ve mağdur açısından tespiti zor hale gelmesine neden olduğu için ağırlaştırıcı sebep sayılır.

Bu tür suçlarda mağdurun hızlı davranarak savcılığa şikâyette bulunması ve bir ceza avukatı ile süreci yürütmesi önem arz eder. Zira bilişim sistemleri üzerinden işlenen suçlarda delillerin toplanması, zamanla kaybolma riski taşıdığı için ceza muhakemesi sürecinin doğru ve hızlı işletilmesi gerekir.

Sonuç olarak, bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu, ceza hukuku bakımından oldukça ciddi sonuçlar doğuran, teknik bilgi ve tecrübe gerektiren bir suç tipidir. Bu gibi durumlarla karşılaşan kişilerin mutlaka ceza hukuku alanında uzman bir ceza avukatı ile hareket etmesi, hem mağduriyetin giderilmesi hem de hukuki sürecin doğru yönetilmesi açısından hayati önem taşımaktadır.

Yargıtay bir kararında sanığın sahte e-posta üzerinden banka linki göndererek mağduru kandırıp hesap bilgilerinin ele geçirilmesi ve bu yolla paranın başka bir hesaba aktarılmasını “bilişim sistemleri aracılığıyla nitelikli dolandırıcılık” olarak değerlendirmiştir. Bu karar, benzer davalarda emsal nitelik taşımaktadır.

Keza Yargıtay bir başka kararında, sosyal medya platformları üzerinden sahte kampanya düzenlenerek kişisel bilgiler toplanması ve sonrasında mağdurdan para talep edilmesi, “bilişim sistemleri aracılığıyla nitelikli dolandırıcılık” suçu kapsamında değerlendirilmiş ve fail hakkında ceza verilmiştir.

Emsal Yargıtay kararları

  1. Ceza Dairesi 2015/2613 E. , 2015/3401 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık
HÜKÜM : Beraat

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Sanığın sah… .com adlı internet sitesi üzerinden sahibi olmadığı aracın satış ilanını verdiği, ilan üzerine telefonla sanığı arayan katılanın aracın satışı konusunda sanıkla anlaştığı ve sanığın talimatı doğrultusunda ve gösterdiği hesaba 300 TL nakliye ücreti yatırmasına karşın, sanığın aracı göndermediği ve ücreti de iade etmediği, böylece sanığın TCK’nın 158/1-f maddesi uyarınca bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği iddia olunan somut olayda;

O yer Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine,

Ancak ;
Sanığın eyleminin TCK’nın 6. maddesinde tanımlanan basın ve yayın yolu ile deyimi kapsamındaki elektronik kitle iletişim araçlarından olan görsel nitelikteki “sa… .com” adlı internet sitesindeki detaylı ilan yoluyla gerçekleşmiş olması nedeniyle, eylemin TCK’nın 158/1-g maddesinde düzenlenen basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden eylemin hukuki uyuşmazlık niteliğinden olduğundan bahisle yazılı şekilde sanık hakkında beraat kararı verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 09.07.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Avukat Veysel Danış

Ceza davasının tazminat davasına etkisi

Ceza davasının tazminat davasına etkisi

Ceza davası, maddi tazminat davası veya manevi tazminat davasına etki eder mi? Ceza davasının tazminat davasına etkisi nedir?

Tazminat davasının, ceza davasının sonucunu beklemesi (hukuki ifadeyle mesele-i müstehire, bekletici mesele veya bekletici sorun) yapılması Türk hukukunda sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu uygulama, özellikle aynı olaydan kaynaklanan ceza ve tazminat davaları söz konusu olduğunda önem kazanır.

Mesele-i müstehire veya bekletici mesele veya bekletici sorun nedir?

Bekletici mesele, bir davada sağlıklı bir karar verilebilmesi için, başka bir davanın sonucunun beklenmesinin gerekli olduğu durumlardır. Bu husus, HMK (Hukuk Muhakemeleri Kanunu) 165. maddede düzenlenmiştir.

Tazminat ve Ceza Davaları Arasındaki İlişki

Aynı fiil, hem bir suç hem de bir haksız fiil (veya sözleşmeye aykırılık) teşkil edebilir. Örneğin bir trafik kazasında, sürücü hem ceza davasında taksirle yaralama veya öldürme suçundan yargılanabilir, hem de mağdur (veya yakınları) tazminat davası açabilir.

Mahkeme Ne Zaman Bekletici Mesele Yapabilir

Hukuk Mahkemesi, tazminat davasında “olayın faili kimdir”, “kast var mıdır”, “fiil gerçekleşmiş midir” gibi hususların ceza davasının sonucuna göre netleşmesini gerekli görürse, ceza davasının sonucunu bekletici mesele yapabilir.

Hukuk mahkemesinin ceza davasının sonucunu bekletici mesele yapması bir zorunluluk değildir. Ancak eğer tazminat davasında verilecek karar doğrudan ceza davasındaki tespitlere bağlıysa, mahkeme beklemeyi tercih eder.

Ceza Mahkemesinin Kararının Hukuk Mahkemesine Bağlayıcılığı

Ceza mahkemesi sadece fiilin işlenip işlenmediği ve failin kim olduğu yönünden hukuk mahkemelerini bağlar (Türk Medeni Kanunu md.74). Hukuk mahkemesi de isterse tazminat miktarı, kusur oranı gibi diğer konularda bağımsız değerlendirme yapabilir.

Bekletici mesele uygulaması sayesinde, mahkemeler birbirine bağlı konular hakkında birbirleriyle çelişmeyen, birbirleriyle uyumlu kararlar alabilmesi sağlanmış olur.

Sonuç olarak;

Eğer ceza davasının sonucuna göre tazminat davasındaki bazı hukuki durumlar netleşecekse (örneğin failin kimliği ya da fiilin varlığı), hukuk mahkemesi ceza davasının sonucunu bekleyebilir. Bu sayede tazminat davası daha isabetli ve adil bir şekilde sonuçlandırılır.

Tazminat davası açmak için bir tazminat davası avukatı ile görüşüp tazminat davası açmadan önce, ceza davasını takip eden ceza avukatı ile görüşüp ceza davası hakkında bilgi almanızda büyük yarar olduğu söylenebilir.

Ceza davasının tazminat davasına etkisi hakkında Yargıtay’ın görüşü

Ceza mahkemesi kararlarının tazminat davalarında bekletici mesele yapılması gerektiğine dair bir çok Yargıtay içtihat kararı vardır. Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Esas No : 2017/1332, Karar No : 2020/13 Karar Tarihi : 2020-01-14

MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … Genel Müdürlüğüne izafeten … Orman İşletme Müdürlüğü vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 14/03/2016 gününde verilen dilekçe ile 6831 sayılı Orman Kanunu’na muhalefet nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 15/06/2016 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, 6831 sayılı Orman Kanunu‘na muhalefet nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı asıl tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; … Orman İşletme Müdürlüğü’nün sorumluluk sınırları içerisinde bulunan orman arazisinde davalının, tarla açmak ve sedir fidanlarını kesmek suretiyle idareyi zarara uğrattığını belirterek maddi zararın tazmini talebinde bulunmuştur.

Davalı; davaya konu olay nedeniyle hakkında yapılan ceza yargılamasında beraat ettiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; ağaç kesme suçu bakımından davalı hakkında beraat kararı verilmekle birlikte, davalının işgal ve faydalanma suçu nedeniyle mahkum olduğu, bu suç bakımından verilen kararın kesinleştiği, ceza yargılamasında davaya konu ormanlık alanın davalı tarafından işgal edildiği ve davalı tarafça davacı idareye verilen zararın tespit edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, davalı hakkında, davaya konu olay nedeniyle kapatılan … Sulh Ceza Mahkemesi‘nin 2010/404 Esas sayılı dosyasında kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde tarla açmak suretiyle işgal ve faydalanma suçundan ceza davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda, davalının adı geçen suç nedeniyle mahkumiyetine karar verildiği, kararın Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından 28/03/2013 tarihinde onanarak kesinleştiği, yine aynı olay nedeniyle davalı hakkında … 2. Asliye Ceza Mahkemesi‘nin 2014/193 Esas sayılı dosyasında yapacak nitelikte emval veren ağaç kesme suçundan ceza davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda, isnat edilen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle sanığın atılı suçtan beraatine karar verildiği, kararın davacı tarafça temyiz edildiği, anılan kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır.

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. Maddesi (6098 sayılı TBK nın 74. Maddesi) uyarınca hukuk hakimi, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değil ise de hem ilmi, hem de kökleşmiş yargı kararlarında ceza mahkemesince belirlenen maddi olgunun hukuk hakimini bağlayacağı kabul edilmektedir.

Dava konusu olayın özelliği nedeniyle ceza mahkemesindeki yargılama sonucunda davalı hakkında verilecek kararın iş bu dosya sonucunu etkileyeceği düşünülerek kesinleşmesi beklenilmeli ve ondan sonra bütün deliller birlikte değerlendirilerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, yazılı biçimde karar verilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı asılın diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/01/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

"Veysel Danış'a Danış'ırsam bilirim"
diyorsanız Tıklayın