Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedeni

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedeni

Ceza davalarında, tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığı araştırılır mı?

Ceza mahkemesi, tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini nasıl tespit eder?

*

Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulup bozulmadığını düşünmek abestir. Böyle bir travma yaşayan kişinin ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir.

Yargıtay da tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini araştırmaya gerek yoktur kanaatindedir. Ve sanıklar hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulanması gerektiğini belirtmektedir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

CİNSEL SALDIRI • RUH SAĞLIĞININ BOZULMASI
Özet
ÖZET: Tecavüze uğrayan kadının ruh sağlığının bozulma nedenini araştırmaya gerek yoktur. Sanık hakkında ağırlaştırıcı sebep uygulanır.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU E: 2012/14-1037 K: 2013/50 T: 12/02/13
Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık T.A.’ın 5237 Sayılı TCK’nın 102/2, 102/3-c, 102/5, 43/1,62/1 ve 53/1. Maddeleri uyarınca yirmi yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, E 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 21.02.2011 gün ve 68/13 sayılı re’sen temyize tabi bulunan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14.Ceza Dairesince 24.11.2011 gün ve 14379-4142 sayı ile;
“Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 13.08.2008 tarih ve 4078 nolu raporunda travma sonrası stres bozukluğu tanısı konan mağdurun ruh sağlığının bozulduğunun ifade edilmesi nedeniyle, oluşa, olayın ortaya çıkma şekline ve dosya kapsamına göre bu bozulmanın atılı suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve oluşan çevre baskısı veya sair etkenler sonucu mu oluştuğunun tıbben ayrımının yapılıp yapılamayacağı, olayın özellikleri de gözetilerek ruh sağlığındaki bozulmanın eylemden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tereddüde yer bırakmayacak şekilde tespiti amacıyla dosyanın adli tıp kurumu ilgili ihtisas kuruluna gönderilerek bu konularda yeninde rapor alınmasından sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

(E.) 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 26.03.2012 gün ve 20-63 sayı ile;

“TCK’nın 102/5.maddesi, “suç sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindedir.

Cinsel saldırı sonucu mağdurun bir hastalığa yakalanması ya da çocuk yapma yeteneğini yitirmesi gibi beden sağlığının bozulduğu durumlar ile ruh sağlığının kalıcı şekilde bozulduğu hallerde bu artırım uygulanacaktır. Beden veya ruh sağlığının bozulması ile cinsel saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Yerleşik Yargıtay kararlarına göre uzman hekim raporunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulduğu belirtilmiş ise mutlaka Adli Tıp Kurumu veya 2659 sayılı Kanuna göre üniversitelerce oluşturulan adli tıp heyetlerinden rapor aldırılması gerekmektedir. Mahkememizce Adli Tıp Kurumu 6.İhtisas Kurulundan rapor alınmış, 13.08.2008 tarih ve 4078 sayılı raporda “2004-2006 yılları arasında mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucu beden ve ruh sağlığı bozulup bozulmadığı sorulan (R.) kızı 10.05.1974 doğumlu (D.A.)’ın 09.04.2008 ve 21.07.2008 tarihlerinde kurulumuzca iki kez yapılan muayenesi ve dava dosyasının tetkiki sonucunda mağduresi bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede travma sonrası stres bozukluğu denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği, buna göre 2004-2006 yıllarında mağduru bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu” belirtilmiştir. Gerek TCK’nın 102/5.maddesinde, gerekse maddenin gerekçesinde bozma ilamında belirtildiği gibi ruh sağlığındaki bozulmanın atılı suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve oluşan çevre baskısı veya sair etkenler sonucu mu olduğunun tespitini gerektirir bir düzenleme veya açıklama yoktur. Küçük bir köyde yaşayan mağdurun kayın biraderi olan sanık tarafından iki yıl boyunca zorla ırzına geçilmesi, bu eylemler nedeniyle bir de çocuk dünyaya getirmesi sonucunda ruh sağlığının bozulması neredeyse mutlak derecede bir sonuç olduğu gibi, yaşadığı sosyal çevre, akraba ilişkileri, olayların anlattığı yakın akrabalarından gördüğü psikolojik baskı, eğitim durumu, evinden ayrılıp ikna edilerek tekrar evine getirilmesi, başkaca kalacak yerinin bulunmayışı gibi nedenler, sanığın tehdit ve tecavüzlerine karşı mağduru başlangıçta sessiz kalmaya itmiş, çocuk dünyaya geldikten sonra çıkan dedikodular nedeniyle dayanamayarak olayı adli makamlara intikal ettirmiştir. Dolayısıyla adli tıp raporunda da tespit edildiği üzere mağdurun olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu mahkememizce kabul edilmiş, bir an için olay sonrasında çıkan dedikodulardan dolayı ruh sağlığının bozulduğu kabul edilse bile bunun aradaki illiyet bağını kaldırmayacağı, ruh sağlığındaki bozulmanın temelinin sanığın cinsel saldırı eyleminin bulunduğu” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Re’sen temyize tabi olan bu hükmün sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “bozma” istekli 29.05.2012 gün ve 107035 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanığın cinsel saldırı suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; mağdurun ruh sağlığının suç nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu ve çevre baskısıyla mı bozulduğunun tespiti amacıyla Adli Tıptan yeni bir rapor alınmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Mağdur beyanında; on altı yıldır evli olduğunu, evlendikten bir yıl sonra eşinin felç geçirdiğini ve yatalak duruma düştüğünü, iki yıl önce köyde düğün olduğunu, kayın biraderi olan sanığın eve gelip ısrar ederek eşini düğüne götürdüğünü, bir süre sonra tekrar geldiğini ve poşet içerisinde bira şişesi bıraktığını, on dakika sonra yeniden gelip kapıyı çaldığını ve biraları almak istediğini söylediğini, kapıyı açtığı sırada sanığın kendisini arkasından tuttuğunu, kafasına vurduğunu, yatak odasına götürüp zorla kendisine tecavüz ettiğini, karşı koymaya çalıştığını, ancak gücünün yetmediğini, aralarında bir itiş, kakış olmasına ve direnmesine rağmen evin avlu içinde olması sebebiyle kimsenin duymadığını, sanığın kendisine ölümle tehdit edip olayı kimseye anlatmamasını istediğini, korktuğu için olayı hiç kimseye söylemediğini, sanığın bir yıl içerisinde değişik aralıklarla ondört onbeş kez kendisine zorla tecavüz ettiğini, bu sırada eşi ile de ilişkiye girdiğini, hamile kaldığını, sonrasında bir kızı olduğunu, kızının sanığa benzediğini, çevrede dedikodu çıkmaya başladığını, vicdan azabı çektiği için eşinden ayrılmaya karar verdiğini belirttiği,

Bozma ilamından sonra ise şikayetinden vazgeçerek eşinin yanına döndüğü, vekilinin de, mağdurenin olaydan sonra bulunduğu yerden ayrılarak sosyal çevresini değiştirmesi nedeniyle ruh sağlığındaki bozulmanın çevre etkisiyle olup olmadığı yönünde rapor alınmasına gerek olmadığı ve alınacak raporun sonuca etkisinin bulunmadığını beyan ettiği,

Evliliklerinin başlangıcında herhangi bir sağlık sorunu bulunmayan mağdurenin eşinin, su tarihinden önce felç olduğu ve yürüyemediği,

Sanığın suçlamaları kabul etmediği ve mağdurenin ağabeyinden boşanmak için bu olayları uydurduğunu savunduğu, müdafiinin ise, temyiz dilekçesi ve bozma ilamından sonraki beyanında sanığın mağdure ile rızası dahilinde cinsel ilişkiye girdiğini belirttiği,

Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi’nin 01.11.2007 gün ve 1251 sayılı raporuna göre; “DNA analizleri ile belirlenen lokus allelleri itibarı ile (D.A.) ve (E.A.) ‘a ait kan numunelerinden tespit edilen DNA profillerinin, (A.A.) ve (T.A.) ‘a ait kan numunelerinden tespit edilen DNA profilleri ile karşılaştırılması sonucunda; (A.A.)’dan (E.A.)’a babalık yönünden allel geçişlerinin mevcut olmadığı, dolayısıyla (A.A.)’ın (E.A.)’ın babası olamayacağı, (T.A.)’dan ise (E.A.) a babalık yönünden allel geçişlerinin mevcut olduğu, bu bulgulara göre (T.A.)’ın %99.99 ihtimalle (E.A.)’ın babası olabileceği” (A.N.) Hastanesinin 03.01.2008 gün ve 27342 sayılı raporuna göre; “Tekrarlayıcı şekilde rızası dışında akrabası olan bir erkek tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalan adı geçenin bu süre boyunca ve sonrasında ağlamalar, uyku bozukluğu, isteksizlik, olayı rüyada görme şikayetleri olmuş, bu şikayetlerle doktora başvurusu bulunmamış, yapılan muayenede bilinç açık, koopre onyante, algı bellek kusuru yok, düşünce içeriğinde olayla ilgili tekrarlayıcı düşünceler, depresif düşünce içeriği mevcut, duygularının depresif, affekti ağlamaklı olduğu, travma sonrası stres bozukluğu depresyon hastalıklarına ait belirtiler taşıyor olduğu ve suça konu olay sonrasında ruh sağlığı bozulduğu”, Adli Tıp Kurumu 5. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 05.05.2008 gün ve 4078 sayılı raporunda; “2004-2006 yıllarında mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucu beden ve ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede “travma sonrası stres bozukluğu” denilen ağır nöroz arazının tespit edildiği, buna göre olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu,” Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 11.10.2010 gün ve 2674 sayılı raporunda; “Mağduru bulunduğu zorla ırza geçme olayı sonucunda saptanan depresif elementlerle müterafik travma sonrası stres bozukluğunun 765 Sayılı TCK’nın 418/2.maddesinde “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası” niteliğinde olup olmadığı sorulan mağdurun 09.04.2008 ve 21.07.2008 tarihinde kurulumuza yapılan muayenesi ve dava dosyasının tetkiki sonucunda; şahısta saptanan depresif elementlerle müterafik travma sonrası stres bozukluğunun 765 Sayılı TCK’nın 418/1.maddesindeki “mağdurun sıhhatine sair büyük bir nakise irası niteliğinde olduğu” şeklindeki açıklamalara yer verildiği, Anlaşılmaktadır.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102.maddesinde;

“1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.

3) Suçun;

a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

b) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

c) Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı,

d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,

İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.

4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır.

5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” Şeklindeki düzenleme yer almaktadır.

Maddenin beşinci fıkrasında cinsel saldırı suçunun fiile bağlı neticesi sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiş, fıkranın gerekçesinde; “cinsel saldırı suçunun işlenmesi suretiyle mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmasına neden olunması, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir.” Denilmiştir.

İlgili fıkranın uygulanabilmesi için cinsel istismar ya da saldırı sonucuna bağlı olarak mağdurenin beden veya ruh sağlığında bozulma meydana gelmeli ve sanığın eylemi ile ortaya çıkan sonuç arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Mağdurenin ruh veya beden sağlığının bozulup bozulmadığı hususunda mutlaka adli rapor alınması gerekmekle birlikte, ruh sağlığındaki bozulmanın cinsel saldırı nedeniyle mi, yoksa olay sonrasındaki dedikodu, oluşan çevre baskısı ya da sair etkenler sonucu mu meydana geldiğinin tespiti noktasında rapor alınması gerektiğine yönelik olarak madde metni ve gerekçesinde bir düzenleme veya açıklama bulunmamaktadır. Ayrıca mağdurenin yaşadığı sosyal çevrede oluşan dedikodu ve baskının olayın etkisi ile ortaya çıkmış olması halinde, sanığın cinsel saldırı fiili ile mağdurenin ruh sağlığının bozulması arasındaki illiyet bağının kesilmeyeceğinin de kabulü gerekir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Köyde yaşayan, dayısının oğlu ile evli ve bu evliliğinden iki çocuğu bulunan mağdurenin, bir yıl boyunca kayın biraderi olan sanığın cinsel saldırısına maruz kaldığı, bu fiiller sonucunda bir çocuk dünyaya getirdiği ve bu süreç içinde ruh sağlığının bozulduğu hususlarının, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde tespit edilmesi karşısında, somut olayda cinsel saldırı eylemi ile mağdurun ruh sağlığının bozulması arasındaki illiyet bağını ortadan kaldıran herhangi bir neden bulunmadığından mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın olay nedeniyle mi, yoksa olaydan sonra karşılaştığı çevre baskısı veya oluşan dedikodulardan mı kaynaklandığı yönünde rapor alınmasına gerek yoktur.

Aksinin kabulü, olay nedeniyle beş kez raporu alınan mağdurenin sonuca etkili olmayacak şekilde yeniden adli raporunun alınmasını gerektirecektir ki, bu durum mağdurenin yeni bir travmaya maruz kalmasına ve unutmaya çalıştığı olayları iç dünyasında yeniden yaşamasına neden olacak ve ceza muhakemesinin maddi gerçeğe ulaşma amacına hiçbir faydası bulunmayacağı gibi mağdure açısından bir haksızlık da oluşturacaktır.

Bu itibarla, usul ve kanuna uygun olan yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi; hükmün bozulması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanılmıştır.

SONUÇ

Açıklanan nedenlerle;

1- (E.) 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.03.2012 gün ve 20-63 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.01.2013 tarihli müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 12.02.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

2013/4 2013/4

Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme

Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme

Her olay kendi içinde özel durumlar arzeder. Hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla ateş etme halinde işlenen suç, “kasten yaralama” veya “kasten öldürmeye teşebbüs” olarak değerlendirilebilir.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

CEZA HUKUKU • İŞÇİLERİN ÜSTÜNE ATEŞ AÇILMASI • HEDEF GÖZETMEMEKSİZİN YARALAMA SUÇU • TAHRİK
Özet
Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Kanunun 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde ve seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağı tartışıl-mamasında hukuka uyarlık bulunmadığından karar bozmayı geciktirmiştir.
YARGITAY 1. CEZA DAIRESI E: 0000/0 K: 0000/0 T:
Nuri , Ahmet ile Faysal’ı ayrı ayrı kasten öldürmeye tam derecede teşebbüsten ve izinsiz silah taşımaktan sanık Şenol’un yapılan yargılanması sonunda: Hükümlülüğüne ilişkin (EYÜP) Birinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 31.05.2006 gün ve 511/298 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii tarafından istenilmiş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle: incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
TÜRK MİLLETİ ADINA

1- Sanığın hedef gözetmeksizin yaralama kastıyla işçilerinin üzerine tabanca ile ateş ettiği, ancak bozma gerekçesinde de açıklandığı üzere mağdur Nuri’nin yaralanması üzerine sanığın elinden tabancayı almak istemesi üzerine ikinci kez karın bölgesinden Nuri’yi yaraladığı, bu mağdura karşı suç kastı değişmekle birlikte, diğer mağdurlar Ahmet ve Faysal’a yönelen eylemlerinde suç kastı değişmediğinden, tebliğnamedeki mağdurlar Faysal ve Ahmet’e yönelen eylemlerinin de öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğuna ilişkin düşünce benimsenmemiştir.

2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçlarının sübu-tu kabul oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde mağdurlar Ahmet ve Faysal’ı yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarının niteliği tayin, cezayı azaltıcı takdiri tahfif sebebinin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma sebepleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin yasal savunma şartları oluştuğuna, silahın kazaen patladığına TCK’nın 459. maddesinin uygulanması gerektiğine, tahrik bulunduğuna, berat etmesi gerektiğine ilişkin ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

Ancak,

A) Sanığın işyerinde çalışan mağdurların ücretlerin ödenmemesi nedeniyle olay günü diğer işçilerle birlikte çalışmayacaklarını bildirmeleri üzerine, sanık ile bir süre görüştükleri, bilahare sanığın tabancasıyla mağdurların üzerine ateş etmeye başladığı, üç mağdurun da bu atışlarla yaralandığı, mağdur Nuri’nin yaralı halde sanığın elinden tabancayı almaya çalıştığı bu sırada ikinci kez sanık tarafından karın boşluğundan yaralandığı olayda, sanığın öldürmeye elverişli tabanca ile yaralı halde kendisine engel olmak isteyen mağdur Nuri’yi yakın mesafeden ikinci kez karın boşluğuna ateş ederek yaralaması nedeniyle hedef alman bölge ve meydana gelen zarara göre bu mağdura yönelen eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğu düşünülmeden, yaralama olarak kabulüyle suçların vasfında hataya düşülmesi,

B) Mağdur Ahmet’i yaralama, mağdur Faysal’ı yaralama ve 6136 Sayılı Yasaya muhalefet suçlarından kurulan hükümlerde;

a) Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

b) 6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçunda, 5237 sayılı TCK’da düzenlenen seçenek yaptırımların uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması,

C) Kabul ve uygulamaya göre de;

Mağdur Ahmet ve mağdur Faysal’ı yaralama suçlarından kurulan hükümlerde;

Hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 Sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Yasaya aykırı olup, sanık müdafıinin temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde görüldüğünden, hükümlerin BOZULMASINA, CMUK’un 326/son maddesi uyarınca mağdur Nuri’ye karşı eyleminde verilen hükümde ceza süresi yönünden kazanılmış hakkının korunmasına, sanığın mağdur Ahmet’e karşı eyleminin öldürmeye kalkışma suçunu oluşturduğuna ilişkin olarak sayın Üye Şerafettin İste’nin karşı görüşü ve bu suç yönünden oyçokluğu ile diğer yönlerden oybirliği ile 26.0.2008 gününde karar verildi.

KARŞI GÖRÜŞ

Sanık Şenol’un ücretlerini alamadıklarından dolayı işi bırakıp, haklarını isteyen işçilere kızdığı, bağırıp çağırdığı, topluluğun önünde bulunanlara tabanca ile atış ederken kendisine yakm mesafede bulunanlardan mağdur Ahmet’in hayati bölgelerini hedef alarak üç defa ateş ettiği, onu sol klavikula distalde kurşun giriş deliği, sol gluteal bölgede kurşun deliği, saat (6) hizasında anal kanal bitişiğinde kurşun deliği, ayrıca sağ sıkratumda ve penis ventral yüzde kurşuna bağlı travma, sağ sıkratumda ekimoz olacak şekilde yaraladığı, sonuçta mağdur Ahmet’in hayati tehlike oluşmadan (15) gün iş ve güce engel olacak şekilde yaralandığı anlaşılmıştır.

Merminin tesadüfen yumuşak dokulardan seyretmesi nedeniyle, hayati tehlike oluşmaması, sanığın kastının yaralama olduğunun göstergesi olamaz, sanık yakın mesafeden, elverişli aletle (tabanca) ile üç el ateş etmiş olmasına göre kastı öldürmeye teşebbüstür. Sanığın kastı yaralama olsa idi mesafe yakın olduğuna göre, ayaklarına ateş edebilirdi. Nitekim diğer mağdur Nuri’nin de durumu aynıdır. Sayın çoğunluk sanığın Nuri’ye olan eylemini adam öldürmeye teşebbüs olarak nitelemiştir.

Açıkladığım nedenlerle, sanığın mağdur Ahmet’e olan eylemini yaralama olarak kabul eden mahkeme kararının CMUK’un 326/son maddesinin göz önüne alınması ihtarı ile bozulması gerektiği görüşü mağdur Ahmet’e yapılan eylemle ilgili olarak sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum.

Ş. İ. Üye

Evlenmeyi düşündüğüm kadın dolandırıcıymış

Evlenmeyi düşündüğüm kadın dolandırıcıymış

Yaklaşık iki sene kadar önce bir kızla tanıştık. Adının X olduğunu söyledi. Çok hoş bir kızdı ona ilk bakışta ondan etkilendim. İlişkimiz çok hızlı ilerledi. Sık sık buluşup cinsel ilişkiye giriyorduk. Birbirimizi çok seviyorduk, aşıktık. Ona evlilik teklif ettim. Kabul etti ama evliliği ertelemek için sürekli bir şeyleri engel olarak ileri sürüyordu. Sağlık sorunları olduğunu, sağlıklı bir kadın olduktan sonra benimle evlenmek istediğini söylüyordu. Ben de onun tedavi masrafları için bir çok defa para verdim.

Buluştuğumuz bir gün bana artık evlenmek için acele etmemiz gerektiğini çünkü hamile olduğunu söyledi. Doktora gideceğini para gerektiğini söyledi. Ben de yine para verdim. Daha sonra doktora gittiğini, bebeğin iyi olduğunu söyledi ve bana bebeğin ultrason görüntüsünü gönderdi.

Bir kaç gün sonra evlilik ve bebek için alışveriş yapacağını, ayrıca tedavisi için de para gerektiğini söyleyip söyleyip benden çok büyük miktarda para istedi. Evleneceğimizi ve benden hamile olduğunu düşündüğüm için istediği parayı borç harç tedarik edip verdim.

Daha sonra aslında adının X değil Y olduğunu, bana kendini yanlış isimle tanıttığını öğrendim. Biraz daha araştırınca da hamile olmadığını benden para sızdırabilmek için bana hamile olduğu şeklinde yalan söylediğini öğrendim.

Beni böyle kandırıp aptal yerine koyan, para sızdıran, aşkımla ve gururumla oynayan ahlaksız kadının yaptıkları yanına kalmasın istiyorum. Ne yapmamı önerirsiniz?

*

Evleneceğinizi düşündüğünüz kadının yaptıklarının dolandırıcılık suçunu oluşturduğunu düşünüyoruz.

Dolandırıcılık Türk ceza kanunu hükümlerine göre suçtur. Şikayetçi olduğunuz taktirde ceza alacağını söylemek mümkündür.

Tüm süreç oldukça karmaşık işlemler gerektiren üzücü ve yorucu olacaktır. Bir ceza avukatı ile görüşüp destek almanızı öneriyorum.

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

*

15. Ceza Dairesi 2013/30415 E. , 2016/4528 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Dolandırıcılık
HÜKÜM : TCK’nın 157, 62 ve 52/1-4 ve 53. maddeleri uyarınca mahkûmiyet

Dolandırıcılık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü.
Sanığın, 2009 yılı Mart ayı içerisinde internet ortamındaki arkadaşlık sitesinde tanıştığı katılana, suç tarihinde soy isminin “…” olmasına rağmen, kendisini … olarak tanıttıktan sonra, …’da yüz yüze görüşmeye başladıkları süreçte katılanın sık sık evlenmek istediğini belirtmesine karşın, sanığın çeşitli bahaneler uydurarak evlenmeyi ötelediği, sağlık sorunlarının bulunduğundan bahisle ve hamile olmadığı halde hamile olduğunu ve doktora gideceğini söyleyerek devamlı olarak katılandan para istediği, hamile olduğu inancını kuvvetlendirmek amacıyla katılana ultrason resimleri gönderdiği, katılanın da sanığın kendisinden hamile kaldığına inanarak muhtelif tarihlerde banka ve … şubeleri aracılığıyla sanığa yaklaşık 27.000,00 TL civarında para gönderdiği anlaşıldığından, sanığın eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Değişik zamanlarda ve farklı bahanelerle katılandan menfaat temin eden sanık hakkında, TCK’nın 43. maddesinde yer alan zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin 1. fıkrasının “c” bendinde yer alan haklardan, sadece kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmetten bulunmaktan yoksun bırakılmaya ilişkin hak yoksunluğunun, aynı maddenin 3. fıkrasına göre koşullu salıverilme tarihinden itibaren uygulanmayacağı gözetilmeden, altsoyu dışındaki kişileri de kapsayacak şekilde 53/1-c. maddesi gereğince güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına hükmedilmesi,
Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesine istinaden halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak, yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu hususta, aynı kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, anılan maddenin verdiği yetkiye istinaden sanık hakkında kurulan hüküm fıkrasından, 5237 sayılı Kanun’un 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün tamamen çıkartılıp yerine, “5237 sayılı TCK’nın 53. maddenin 3. fıkrası uyarınca, 1. fıkranın “c” bendinde yer alan, kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık haklarından koşullu salıverilme tarihine kadar, 1. fıkrada yazılı diğer haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” denilmesi suretiyle hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 09.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması

Boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması

Boşanma davalarında “özel hayatın gizliliğini ihlal suçu“nun işlenmesi oldukça sık rastlanan bir durumdur. Boşanma davalarında “özel hayatın gizliliğini ihlal suçu“nun işlenmesi sebeplerinden bir tanesi, karşı tarafın zina yaptığı iddiasının ispat edilmesi amacı ile boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması durumudur.

Davalarda hangi delillerin sunulup sunulmaması gerektiği, dava stratejisinin nasıl yürütüleceği çok hassas bir süreçtir. Delillerin konunun uzmanı bir avukat tarafından hassasiyetle değerlendirilmesi şarttır.

Boşanma davasında çıplak görüntülerin delil olarak sunulması

Aile Mahkemesi karşısında, karşı tarafın zina yaptığını ispat etmek isterken, kişinin kendisini “özel hayatın gizliliğini ihlal suçu” şüphelisi olarak Ceza Mahkemesi karşısında “sanık” olarak bulması ihtimali vardır.

Delillerinizi avukat desteği almadan kullanmayın. Aman dikkat diyorum…

Konu ile ilgili emsal olabilecek bir Yargıtay kararını aşağıda bulabilirsiniz:

*

Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2014/5070 E. 2014/19482 K.

“İçtihat Metni”

Tebliğname No : 14 – 2012/256163

Mahkemesi : Kayseri 2. Asliye Ceza Mahkemesi

Tarihi : 27.06.2012

Numarası: 2012/2-2012/510

Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafınden temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kavuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin, sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

I- Sanığın, eşi olan katılanla aralarındaki boşanma davası sırasında, katılana ait olduğunu iddia ettiği, yüzü görünmeyen bir bayana ait çıplak görüntülerin bulunduğu CD’yi dava dosyasına sunduğu ve görüntüleri katılana ait olduğunu söyleyerek abisi tanık H.. C..’e izlettiği olayda; katılanın ifadesinde, suça konu görüntülerin kesinlikle kendisine ait olmadığı, sanığın görüntüleri kendi ağabeyine, dayısına ve kız kardeşinin eşi Sami beye de izlettiği, görüntüler nedeniyle sokağa çıkamaz olduğu, arkadaşlarınn kendisi için eşi Ahmet’in elinde Özden’in CD kayıtları onun elinde geziyor dedikleri, 17 yaşında kızı ve 24 yaşında oğlu olduğu, görüntülerin oğlunun önünde mahkemeye sunulduğu, oğlunun yüzüne bakamaz olduğu, 3 yıldır kanserle uğraştığı, sanık, kendisiyle boşanmak istiyorsa oturup normal knnuşabileceği, sanıktan şikayetçi olduğunu, tanık H.. C..’in ifadesinde, görüntüye baktığında çırılçıplak bir bayan gördüğü, bayanın da kim olduğuna dikkat etmeden kapattırdığını belirtmiş alması ve CD çözümüne ilişkin bilirkişi raporuna göre, CD içerisinde 27 adet fotoğraf bulunduğu, bu fotoğrafların hiç birinde, fotoğraftaki bayanm yüzünün görülmediği, fotoğraflardan 1 tanesinde, görüntüsü alınan bayanın bulunduğu yatağın üzerinde ikinci bir bayanın bulunduğu, görüntülerin tamamen porno görüntü mahiyetinde olduğu, görüntüleri alınan kişinin fotoğraf çekene doğru pozisyonu itiberiyle fotoğrafının çekildiğinden haberdar olduğunun anlaşıldığı, sanığın iddia ve savunma sınırını aştığı, katılana ait olmayan görüntülerin ifşa edilmesinin iddia ve savunmeya yararlı olduğundan söz edilemeyeceği gibi, sanığın eylemi iddia ve savunma hakkı kapsamında da değerlendirilemeyeceği ancak, görüntüler katılana ait olmadığından, sanığın, katılanı toplum içinde alenen küçük düşürücü, incitici, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikteki eyleminin, TCK’nın 125/1-4. maddesine uyan hakaret suçunu oluşturduğu ve bu suçtan sprum[u tutularak cezalandırılması gerektiği gözetilmeden suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek, olayda uygulama yeri bulunmayan aynı Kanun’un 134/2. maddesi uyarınca hüküm kurulması,

2- Sanık hakkında temel ceza tayin edilirken suçun işleniş biçimi ve kastın yoğunluğu gözetilip TCK’nın 61/1. maddesinde yer alan ölçütler nazara alınarak, aynı Kanun’un 3/1. maddesi gereğince işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,

3- Sanık hakkında TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken, 3, fıkraya aykırılık oluşturacak şekilde TCK’nın 53. maddesinin (1). fıkrasının (c) bendindeki hak ve yetki[eri kullanmak yönündeki yoksunluğuna, kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından “koşullu salıverilme tarihine kadar” diğer kişiler yönünden ise, “hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar” devamına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

4- Sanık hakkında açılan davanın konusu olmadığı ve bizatihi bulundurulması ya da taşınması suç oluşturmadığı halde, adli emanetin 2012/41 sırasında kayıtlı 1 adet ses kayıt cihazının sanığa iade olunması yerine müsaderesine karar verilmesi,

Kanuna aykırı o[up, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, bu sebeplerden dalayı 5320 sayılı Kanun’un 8, maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 CMUK’un 321, maddesi uyarınca hükmün isteme uygun alarak BOZULMASINA, aynı Kanunun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına,

13.10.2014 tarihinde oybirliğiy[e karar verildi,

"Veysel Danış'a Danış'ırsam bilirim"
diyorsanız Tıklayın